türkiye’nin tarihsel dönüşümünün sürükleyici siyasal gücü ve temsilcisi olma fırsatını bonkörce ve zavallıca heba eden, böylelikle de tarih kitaplarına kendisi hakkında bir devrimin öznesi olarak kayıt düşülebilecekken bir komedinin (tekerrür eden trajedi komediye dönüşür çünkü) beceriksiz aktörü olarak geçecek olan akp, statüko bekçiliği kadrosunun en parlak elemanı olma yolunda hayli mesafe katetmiş görünüyor. aslında bir bakıma köklerine kesin dönüş yapıyor; eğreti ve zoraki bir “müslüman demokrat”lık performansı parantezini, küllerinden temizlenip parlatılmış bir milliyetçi muhafazakâr sağcılık pozisyonunda kendini muhkem kılarak, alâ-yı valâ ile kapatıyor. ontolojik olarak yanlış yerde durduğu duygusu başından beri bir biçimde bilinçaltında yerleşik olan akp’nin milliyetçi ve devletçi lige dönüşü genetik kodlarıyla gayet uyumlu bir olgu ise de, bu, türkiye için ne yazık ki kötü haber. iyi haberse, ülkenin siyasal arenada sahiden dönüşümcü, sahiden sivil, sahiden demokrat bir siyasal harekete ihtiyacı olduğu gerçeğinin acı biçimde de olsa akıllara gelmesi zorunluluğunun bunca zaman sonra tekrar doğuşu. gelgelelim, ülke, yakın tarihinin kronikleşmiş ve kangrene dönüşmüş, birbiriyle ilintili iki temel sorununun, kürt sorunu ve anayasa sorununun çözümsüzlüğüyle kıvranırken dönüşümcü, demokrat bir siyasal hareketin sahneye çıkmasını beklemek için yeterince zaman kalmamış durumda. siyasal arenanın üç büyük ve önemli aktörünün varlığı –ki bunları en özlü ve temsil edici şekilde 1) ergenekon, 2) akp, 3) silahlı kürt milliyetçiliği olarak adlandırabiliriz–, bu ülkeyi hangi cehennemî süreçlerin beklediğine dair en temel gösterge. üçünün de birbiriyle bir biçimde, en hafif tabirle konjonktürel ve taktik bağlantıları ve içiçe geçmişlikleri, hadi bunu bir yana bıraksak bile, herşeyden önce, ittihat terakki’den tevarüs eden bir zihniyet kardeşlikleri olduğundan şüphe duymaz oldum artık, kendi adıma. birincisi, diğerlerini kendi restorasyon sürecinin çeper nesneleri haline getirmeyi handiyse başarmış durumda. fazla mı kötümserim, çok geçmeden göreceğiz tüm açıklığıyla bunu. otoriterlik, ırkçılık, milliyetçilik, devletperverlik-devletçilik, sağcılık… bunlar, modern siyasal tarihimizin, üzerinde zımnen uzlaşılmış en gözde temel değerleri değil midir ne de olsa. etiketlere, reklamlara, retoriğe bakmayın siz, hepimiz “osmanlı bankası”yız. osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilirken ruhlarımıza tebelleş ettiği travmanın siyasal-kültürel dile çevirisi, vahşi ve telaşlı bir geç-milliyetçilikten başka ne olabilirdi ki. öyle bir milliyetçilik ki, rakiplerinin ve/veya hasımlarının zihniyet dünyalarına bile kendi kültürel kodlarını ustalıkla işlemiş, onları baştan sistemiçi –eh, zaman zaman yaramazlık yapan, hadlerini aştıklarında ise hadleri icabında havuç, icabında sopayla bildirilen– aktörlere dönüştürmüş.
bu yazıyı yazarken daraldım bunaldım, içimi hafakanlar bastı. manzara çok iç karartıcı çünkü. yakın tarihin en heyecanlı seçimi olabilecekken, olması gerekirken, aksine en heyecansız, en saçma, en “formalite gereği” seçimine dönüştürülen bu seçimde ne yapacağıma ilişkin notumu düşerek yarım bırakayım yazımı. 1) “yetmez ama evet” diyemeyeceğim bu sefer. verdiğim kredi geri dönmedi, döneceğe de benzemediği gibi, daha beter edileceğimin bütün alâmetleri mevcut. zaten sayın başbakanın bize ihtiyacı da yokmuş, kendisi öyle diyor. 2) ergenekon’a oy vermem düşünülemez bile elbette. 3) silahlı kürt milliyetçiliğinin silahı bırakması, sivil siyasete ve parlamenter mücadeleye kesin dönüş yapması ve ezilen ulus milliyetçiliği zihniyet dünyasından sıyrılabilmesi için yasal siyasi kanadının daha güçlü biçimde parlamentoya girmesi ne derece mümkündür, muhtemeldir, bilemiyorum. bunun hepimiz için hayırlı bir gelişme olacağını düşünüyorum elbette ama bdp’nin güçlenmesinin, bu hareketin stalinist-milliyetçi karması bir siyasal ucubeden, etnik varlığının kabulü temelinde demokratik bir mücadele veren bir harekete dönüşmesinde ne derecede etkili olacağı hususunda iyimser değilim pek de. sırrı süreyya önder ve ertuğrul kürkçü gibi sevdiğim, saygı duyduğum, yine de şu son on yıllık dönemde politik tutumlarımızın ve bakışımızın çok da öyle örtüşmediği figürlerin bu “blok” vesilesiyle parlamentoya girmesini sağlaması, bu üçüncü seçeneği az da olsa cazip kılmıyor değil. ancak bu da biraz safça bir sevinç olur gibi geliyor bana. 4) bütün bunların dışında, dsip ve has parti gibi, tabela partisi olmayı henüz aşamamış ve aşması da epeyce zor görünen bir iki seçenek de yok değil.
netice-i kelam, büyük ihtimalle boş oy vereceğim.
çok isterdim bunu yapmamayı. üzülüyorum buna. fazlasıyla hem de.
abi söylediklerinin hepsine katılıyorum; ama sırf anayasa için akp’ye oy vermeyi düşünüyorum. yapacak birşey yok. davutoğlu ve babacan’a güvenerek oy veriyorum, tayyip erdoğan’a değil.
türkiye’de siyaset yapabilmek için milliyetçi söylemler kullanmak gerekiyor. insanların yaralarını kaşımaktan hoşlanıyor siyasetçiler. hangi parti olursa olsun bu şekilde siyaset yapılması ahlaksızca. uzun bir süre bu durumun düzeleceğini de sanmıyorum. tüm umudum anayasa’da inşallah güzel bir anayasa’ya kavuşuruz. yoksa gerisi hava-civa gibi.
sevgili bilâl,
her ne kadar en kötü anayasanın bile faşist 12 eylül aMayasasından daha iyi olacağı çok açık bir gerçekse de, akp’nin bu son zamanlarda kendini yeniden konumladığı haliyle getirmek istediği anayasanın matah bir anayasa olacağına inancımı yitirmiş bulunmaktayım. kaldı ki bir anayasanın içeriği ve dayandığı siyasal felsefe bir yana, onun kotarılma yöntemi de en az içeriği kadar önemlidir ve bu hususta da akp’nin yapılması gerekeni yapacağından ümidi çoktan kestim. yine tepeden inme bir siyasi belge bize oldubittiyle kabul ettirilecek. bu ise inan ki çok kötü gelişmelere kapı aralayacak birşey olacak. toplumsal beklentinin bu şekildeki ihlâli bu ülkeye çok pahalıya malolacak. akp sekiz yıllık icraatıyla ve o icraata çerçeve teşkil eden bakışıyla toplumsal beklenti çıtasının çok yukarılara çıkmasında katalizör rolü oynamışken şimdi kendini çektiği bu yeni pozisyon bir felâketin habercisi, başka birşey değil ne yazık ki.
insallah dediğin gibi olmaz abi. insallah olan biten seçim kavgasından ibarettir. ben yeis’e düşmek istemiyorum. denize düşen yılana sarılır durumundayız; ama bu seçimlik yapacak birşey yok malesef. zaten akıllanmazsa akp kendi kendisini tasfiye eder.
kalkınmacı ve doğa düşmanı sağ iktidarlar listesindeki mutena yerini alan akp’ye bu yüzden de oy vermek istemiyorum ayrıca. metin hoca’nın ölümü üzerine sarfedilen söz içime ok gibi saplandı. unutulamaz o sözün korkunçluğu. kendine müslüman diyen bir insanın edeceği laf mı o allahaşkına, dostum? anadolu’nun suyuna, havasına, toprağına, tarihi değerlerine düşmanlık yapanlar, bir şekilde bu düşmanlığın bedelini ödemelidirler. kim olurlarsa olsunlar.
tek endişem, boş oyumun ergenekoncu siyasetin işine yarayacak olma tehlikesi…
boş oy oraya yarayacak abi. hepsi akp’ye karşı öbeklenmiş durumdalar. söylediğin, eleştirdiğin her şeye eyvallah. ama işte o ergenekon yok mu, o elimizi kolumuzu bağlıyor işte.
kırk katırla kırk satır arasındayız işte… asırlık ergenekon saltanatının ve terörünün son bulmasına engel olacak her tutumdan kaçınmak lâzım… ama bu, tam da yarı yolda otoriter, milliyetçi, devletçi damarı kabarmış bir akp’yi uyarmaya da engel olmamalı… valla bilmiyorum ne olacak bu işin sonu…
hayırlısı diyelim abi. başka diyecek bir şey yok.